Don't throw the baby out with the bathwater!

Bebeği banyo suyuyla birlikte atmayın!...

Ortaçağ İngiltere’sinde, suya ulaşım zorluğu ve hijyen eksiklikleri, günlük yaşamı ciddi şekilde etkiliyordu.

Kırsal kesimde yaşayan aileler, suyu idareli kullanmak zorundaydılar ve bu sebeple aynı banyo suyunu kullanma yöntemi geliştirmişlerdi.

Ailedeki bireyler, en büyüğünden en küçüğüne kadar sırayla aynı suyla yıkanıyordu.

Banyonun sonunda, en son bebekler yıkanıyordu; su o kadar kirlenmiş oluyordu ki, bebeğin bile suda fark edilmesi zorlaşabiliyordu.

İşte bu nedenle, İngilizce’de “Don’t throw the baby out with the bathwater” (Bebeği banyo suyuyla birlikte atmayın) ifadesi ortaya çıkmıştır.

Bu deyim, önemli bir meseleyi çözmeye çalışırken, en az o kadar önemli diğer bir meselenin ihmal edilmemesi gerektiğini vurgular.

Okulların açılmasıyla birlikte, hijyen sorunları yeniden gündeme geldi; zaten bazı aileler, bu sebepten ötürü çocuklarını özel okullara göndermeyi tercih ediyordu.

Tarih boyunca eğitimin her toplum için ne kadar önemli olduğu bilinse de, sağlıklı ve hijyenik bir eğitim ortamı sağlamak en az eğitimin kendisi kadar kıymetlidir.

Eğitim, sadece sınıf içi bilgi aktarımıyla sınırlı değildir; çocuklarımızın sağlıklı bir ortamda bulunmaları, 'hidden curriculum' (gizli müfredat) açısından da eğitimin vazgeçilmez bir parçasıdır. Çünkü hijyen ve temizlik, sosyal bir normdur ve çocuklar bunu okulda yaşayarak öğrenir.

Ancak 2024 itibarıyla, ülkemizin okullarında hala hijyen standartlarının yeterli seviyede olmadığını görmek büyük bir sorundur.

Kalabalık sınıfların, eğitimde sorun yarattığı gerçeği bir yana, yetersiz temizlik personeli ve hijyen malzemelerinin azlığı gibi problemler, sadece öğrencilerin değil, öğretmenlerin de sağlığını riske atmaktadır.

Hijyenin sağlanmadığı ortamlarda, hastalıkların yayılma riski daha yüksek olur ve bu durum eğitim süreçlerini aksatabilir.

Ancak asıl dikkat çekici olan, okullardaki hijyen sorunlarının bilinçli bir şekilde yaratıldığına dair bir kanaat oluşmasıdır.

Eğitimin değersizleştirilmesi, eğitimde fırsat eşitsizliğinin artırılması ve eğitimin özel okullara kaydırılması gibi amaçlar doğrultusunda, okullardaki hijyen koşullarının kötüleştirilmesi planlı bir strateji olarak karşımıza çıkmaktadır.

Pandemi süreci, hijyenin yalnızca bireysel bir sorumluluk değil, toplumsal bir zorunluluk olduğunu acı bir şekilde öğretti.

COVID-19, okullarda hijyenin önemini bir kez daha ortaya koydu.

Salgın boyunca okulların kapatılması, yüz yüze eğitimin aksaması ve dijital çözümlerle eğitimin sürdürülmesi, hijyen eksikliğinin nelere mal olabileceğini gösterdi.

Salgının yarattığı olumsuzlukları hiç yaşamamışız gibi, okullardaki hijyen koşulları hâlâ yeterli seviyede değil. Bu durum, gelecekte benzer bir tehdit ile karşılaştığımızda eğitim sistemimizi yine kırılgan bir duruma sokacaktır.

Bu nedenle, okulların temizlik ve hijyen standartlarına yapılan yatırımlar, eğitimin kalitesine yapılan bir katkı olarak görülmelidir.

Yöneticiler, hijyen sorununu göz ardı etmemeli ve eğitimi sadece bilgi aktarımından ibaret bir süreç olarak değil, çocukların sağlıklı bir ortamda gelişim gösterebileceği bütüncül bir süreç olarak ele almalıdır. Sağlıklı bir eğitim ortamı sağlanmadan, eğitimin diğer unsurlarını iyileştirmek de yeterli olmayacaktır.

Sorumlu olanların bu sorunların varlığından habersiz olduklarına inanmıyoruz. Pandemi, bu sorunları daha görünür hale getirdi. Ancak bu farkındalığa rağmen, yeterli önlemlerin alınmadığını görmek büyük bir eksikliktir.

Okullarda hijyenin sağlanması, sadece salgın döneminde değil, her zaman öncelikli bir konu olmalıdır.

Çocuklarımızın sağlığını güvence altına almak, ülkemizin geleceğine yapılan en önemli yatırımdır.

03.10.2024

Sevim DALGIÇ GÜL